Farklı medeniyetlere beşiklik yapmış Kürdistan coğrafyası, tarih boyunca birçok savaşların ve ciddi hesaplaşmaların yaşandığı bir toprak parçası olarak bilinmektedir. İnsanlığın doğuşuna ev sahipliği yapmış olan bu kutsal toprak parçasında büyük din savaşlarından sonra farklı sistemlerin ve ırkların birbirine üstünlük sağlamaya çalıştığı coğrafyamızda önemli ideolojik, mezhepsel ve çıkar hesaplaşmalarının da yaşandığı bilinmektedir.
İnsanlığın huzur ve rahat içerisinde yaşaması için birçok yeniliğin ortaya çıkarıldığı bu coğrafyada, son yüzyıllarda ortaya çıkarılan enerji kaynakları dünyaya hakim olmak isteyen güçlerin iştahlarını da oldukça kabartan bir özellik taşımaktadır. Esasen tüm insanlar yaşadığı toprakların var olan avantajlarını kendi yaşam koşullarını daha ileriye taşımak ve büyük bir huzur, rahatlık görmek üzere kullanırken ne yazık ki bu toprakların en kadim milletlerinden olan Kürdler bu bölgede yaşanan bütün olumsuzlukların ve mağduriyetin muhatabı olmuşlardır.
Kürdler, yaklaşık altı bin yıllık bir tarihe sahip oldukları bahsi geçen bu coğrafyada farklı zamanlarda dönemin özelliklerine göre egemen olmuşlarsa da kalıcı ve süreklilik arz eden bir devlet sahibi olamamışlardır. Karakteristik özellikleri gereği oldukça duygusal olan Kürd halkı, komşularını incitecek herhangi bir eylem tarzı geliştirmedikleri gibi farklı coğrafyalardan gelip bu topraklara sığınanlara da muazzam bir kadirşinaslık örneği göstererek onları sahiplenmiş ve hiçbir insani yardımı onlardan esirgememişlerdir. Kürd gerçeği bu olmasına rağmen gerek coğrafyadaki komşuları ve gerekse bu topraklara sığınan milletler Kürdlere karşı her zaman saldırgan ve mütecaviz olmuşlardır.
Tabiri caizse, Kürd halkı hem zengin toprakların sahibi olmanın ve hem de duygusallıklarının bedelini son derece acı çekerek ve günümüze kadar bir statü sahibi olamamakla ödemektedirler. Yüzyıllarca kendi topraklarında özgür ve insanca yaşamanın kavgasını veren bu asil millet, ne zaman bir devlet sahibi olmanın eşiğine gelmişse hem küresel güçlerin hem de bölgedeki sömürgeci güçlerin haksızlığına ve zulmüne uğrayarak uğruna verdikleri mücadelenin meyvesini alamamışlardır.
Bunun yakın tarihimizde birçok örnekleri bilinmektedir; Sovyet coğrafyasında Kızıl Kürdistan, Doğu Kürdistan’da 1947 Mahabad Kürd Cumhuriyeti ve Güney Kürdistan’da ki 1974 otonom Kürdistan’ı sayabileceğimiz örneklerden bazılarıdır. En son ABD ve müttefiklerinin 2003 yılında Irak’a müdahalesiyle olgunlaşma yolunda önemli mesafeler alan Güney Kürdistan federal devleti, 16 Ekim Kerkük ihanetiyle küresel güçlerin ve sömürgeci devletlerin ortak operasyonu sonucu büyük bir darbe almış ve bağımsızlık yolunda muazzam bir engelle karşılaşmıştır.
Günümüzde ise bir taraftan Beşar Esad katiliyle işbirliği içerisinde olan PKK/PYD hareketi, ABD ve müttefiklerinden aldığı muazzam desteğe karşılık omurgalı ve Kürdistani bir siyaseti ortaya koyamadığı için hem Kürdler arası birliğe engel olmuş hem de büyük avantajlara sahip olmasına rağmen sömürgeci T.C. Devletinin saldırılarını göğüslemekte büyük bir acze düşmüştür. Suriye’de ki iç savaşın başlangıcından itibaren Beşar Esad sevdasından bir türlü vazgeçemeyen PKK/PYD hareketi, en sonunda T.C. Devletinin saldırılarını da önemli bir bahane sayarak binlerce Kürd evladının şehadetiyle sulanmış Rojava topraklarını aşama aşama vazgeçemedikleri partnerleri olan Beşar Esad katiline anahtar teslimi peşkeş çekmeye hazırlanmaktadırlar. Oysa T.C. işgalcilerinin Rojavaya yönelik saldırıları Kürdistani bir çizgide göğüslenebilir olacağı gibi bu toprakların avantajlarını kullanmak isteyen ABD ve benzeri küresel güçler için daha omurgalı bir siyasetle savunulabilir bir duruma dönüştürülebilirdi.
Geldiğimiz bu aşamada, küresel güçlerin kendi çıkarları için sömürgecilerin ise mevcut statükoyu koruma adına yapamayacakları hiçbir şeyin olmadığını bilince çıkararak tüm Kürdistani güçlerin birlik içerisinde ortaya koyacakları omurgalı bir siyaset, hem köle durumundaki Kürdistanlıların kurtuluşu olacak hem de Kürd halkının düşmanlarına Kürdlerin kolay yutulur lokma olmadıkları gerçeğini öğretecektir. Ayrıca, omurgalı bir siyaset tarzının Orta Doğuyu kendi çıkarları uğruna dizayn etmek isteyen küresel güçlere de önemli mesajlar vermiş olacaktır.
Kürdler adına yaşanan tüm olumsuzlukların ana sebebinin yine Kürdlerin kendi aralarında istenilen ve özlenen birliği oluşturamamış olmalarının olduğunu düşünerek önümüzdeki mücadele süreçlerine hazırlanmamız gerektiği asla akıllardan çıkarılmaması gereken bir konudur. Biz siyasetçilerin yaptığı her hata ve yanlış halkımıza büyük acılar çektirmekte ve neredeyse halkımız acıları bir kader gibi düşünmektedir. Bilinmelidir ki, bu mazlum ve fedakar millet tüm bu acıları hak etmemiştir. Sömürgecilerin, Kürdlerin hiçbir kazanımına tahammül göstermeyeceği bu kritik süreçte mevcut kazanımları ve muhtemel kazanımları korumak ve geliştirmek Kürdler adına siyaset sahnesinde olan herkesin tarihi ve vazgeçilmez sorumluluğu olarak düşünülüp bu doğrultuda bir siyaset tarzıyla halkımızın karşısına çıkmak gerekmektedir.
Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Nerina Azad'ın editöryal politikasını yansıtmayabilir.